3 Ocak 2014 Cuma

(in)vivo işler bunlar! kim bilir? 'neden'dir? 'niçin'dir?

22 Aralık 2013 Pazar

"..bir kez daha ho! diye bağırıp kayasına çekiliyor" Jack Kerouac
http://hoyeryuzukuvveti.blogspot.com/

22 Mayıs 2012 Salı



-mış -muş gibi i-miş


Yüzey iki yüzlülüğün simgesidir. Bir yüzü diğer yüzüne direnir. Yüzlerinden sadece biriyle karşılaşmak ise bedenin fiziki varlığının mecburiyetidir. Yüzyüze kaldığı 'an' beden, varlığını yüzeye baskın kılmak ister. Onu salt nesne olmanın ötesinde kendinin tamamlayıcısı olarak görür. Yüzeyin mekansal bir düzlem olması ise bu noktada tariflenir. Tarifi yapılan şey ise aslında bedenin kendine kurduğu bir düzenektir. Mekan, bu tariflenme ile kendisini bedenle ilişkisi üzerinden gerçek kılar. Potansiyellerinin meydana çıkışına dair yapılan her hamlede başka bir gerçeklikle karşılaşmak mümkündür ve hamleler tarifin nasıl olması gerektiğine karar verir. Bedenin mevcut varlığının yüzeydeki baskısı, nesnenin iki durumu olarak, yani opaklık ve şeffaflık arasında varyasyonların tercihi şeklinde kendini gösterir. Her hamlede, durumlardan biri, kendini vareder. Burada deneyimin çoğulluğuna ait ortamı hazırlayan beden, yüzeyde oluşabilecek tek bir durumun yaratacağı olasılıklar üzerinden zihinsel etkinliğini zengin kılacaktır. Opaklığa ters düşen bir hamle diğer yüzün maruz kaldığı atmosferi farketmeyi sağlayabilir. Fiziki varlığını şeffaflığa teslim ederek yüzeyin 'yok' muş gibi davranmasını istemek te bu düzeneğin tercihi olacaktır.Yüzey, opaklığının bünyesinde şeffaflığın görüntüsüne imkan verdiği zaman ise aynı zaman diliminde ve tek bir yüzde, bedene oyun oynamaya başlar. Bünyesine teknolojiyi giydirmek ise son zamanlardaki en moda oyunudur. Zihinsel etkinliğini tekinsiz bırakarak bedenin baskın yönünü, bu oyunda tehlikeye sokar. Yüzey artık sonsuz düzlemleri seyirlik kılmaya başlamıştır ve bu seyir esnasında hangi yüzle karşı karşıya kaldığını algılamayı zorlaştırır. Tariflenen mekan bedenin oluşturduğu düzenek değildir artık! Yüzeyin bu oyununda beden, fiziki varlığını kaybetmeye başlar. Gerçekmiş gibi davranan yüzeylerin arasında mekanını tarifleyememektedir. Opaklığın keskinliği yada şeffaflığın geçirgenliği gibi tercihler belirsizleşmektedir. Nesnenin bünyesini özelleştirmesini ve deneyimi zenginleştirmesini sağlayan bu tercihler bedene rağmen önemini yitirir. 


Burada söz konusu durum, yüzeyin mevcudiyetini sorgulamak gereğini hissettirir. O artık tarifli bir nesne olmaktan çıkar. Fiziki mevcudiyetindeki düzenekler başka ortamlarla ilişki sağlamaya yarayan araçlarmış davranır. Bu moda oyunun adı ise '-mış gibi' olmaktadır. Yüzey, '-mış gibi' oyununda fiziki masif bir düzlem olmaktan öte gidemez. Beden ise yüzeyden daha fazlasını istemez. Bedenin hangi yüze baskın davrandığının önemini yitirmesi ile alakalı olarak diğer yüzü ile arasındaki çekişmeli durumda ortadan kalkmıştır. O artık bedeni siberuzayda bir ortama taşımakla yükümlüdür. Beden bu yeni oyunda önceden karşı karşıya kaldığı tek yüzeyden sonsuz yüzeyler bileşkesine geç'miş gibi' hissedecektir. Buradaki sonsuzluğun deneyimleri daha zenginleştir'miş gibi' görünmesi, zihinsel olarak yer değiştir'miş gibi' düşünmesine yol açar. Fiziki bünyesinden bağımsız karakterler yaratarak oynadığı bu yeni oyunda nasıl varolacağı sadece arzularına bağlıdır ve arzuladığı beden(ler)'miş gibi' olabilmesi tatmin eder. Fiziki ortamını önemsememekle beraber siberuzaydaki ortamında yine arzularına göre seçilmiş yüzeylerin görüntülerinden oluşan zihinsel bir mekan edinmesi de mümkündür.


Mevcudiyetini bu haliyle var etmeye çalışan beden, yüzeyin bu oyundaki rolüne yenik düşer. Nedeni ise oyunun tarifleyici yönüdür. Bedene nasıl oynaması gerektiğine dair komutlar verir. Bedenin mekansal düzeneği kendi kontrolündey'miş gibi' gözüksede zihnin bu ortamdaki mekanı aslında oyunun sunduğu mekan olmaya başlar. Bu durumda beden de tariflenmiş olur. Beden öznel yapısını böylece kalıplaştırmaya başlar. Tipik bir oyuncu rolünden öteye gidemez. Kontrolü onu tarifleyen ortama bırakmıştır. Deneyimleri ancak oyunun olasılıkları ile sınırlıdır. En kritik nokta ise yüzey ve beden arasında oluşacak fiziki temas halinde ayılmakla gerçekleşir. Bu ayılma da farkına varılan şey '-miş gibi' davranan ortamların aslında olmadığıdır.

23 Mart 2010 Salı

bedenmekan/ / hennry lefebvre

Çok açık ki beden, mekansal deneyim içinde kendisine uyanır. Ve bu uyanışla birlikte kendisini oranlı büyüklükler bütünü olmaktan kurtarır. Artık ötekileri de bir beden olarak anlamanın eşiğinde, toplumsal bir beden olarak iyice kayganlaşır ve parçalarına ayrılır. Kendisinin aynı zamanda bir başkası (öteki ya da ötekiler olduğu (toplumsal beden) kavrayışı (salt  deneyimden 'dil'e ya da toplumsala  geçiş) aslında klasizmin çöküşünüde dile getirmektedir. Ancak nedense ısrarla, bu çöküş, bedenin sadece oranlı  büyüklükler bütünü olması durumuna bağlı dirençle yeniden inşa edilmek istenmektedir. Hala, kısmen/ya da ağırlıklı  olarak sürdürülen bu durumun tartışması, bedenin hiç de yalın olmayan kaygan,zıtlıklarla dolu çokluklu yapısının anlaşılmasıyla elbette, yeni bir seyire büründü... Bu seyir hala sürüyor ve izliyoruz, kimi kez içinde  yeralmaya çalışıyoruz: tüm yeni olan ve anlaşılmayan durumların yarattığı 'moda olma' tepkilerini de üstlenerek. Ancak bu seyrin tartışması sürerken en önemli durum, bedenin kendisi ve bir başkası olarak, kendi içinde sürdürdüğü gezinti olmaktadır.
Bu, zorluklarla dolu, ne yalın, ne de sonu olan gezintiye çıkma cesaretini üstlenmiş biz mimarlara hiç olmazsa bu asli, ilk serüveni kaçınılmaz biçimde kavramak düşüyor. İşte Lefebvre de şöyle anlatıyor bu durumu: Bedenin kendisi gibi açık,anlaşılır ve somut ama, karışık, karmaşık, çetrefillli,örtük ve belirsiz.

çeviri:Aslı Doğay  /  derleme: Murat Uluğ-Aslı Doğay

mimarlık277/1997[9]
i won’t throw myself from the pier
i’m gonna go home and shut up for a year
and when the year is over i’ll reappear
and have a solution i’ve reason to believe that

what i find is gonna change the face of human kind
and all these years before well i was blind
that’s my conclusion

felsefede gezinmeden, dünyası görülmüş sayılmaz mimarlığın...




“...Madde ve bellek arasında saf algı ve saf anı arasında, şimdi ve geçmiş arasında bir doğa farkı olmalıdır. Geçmişin kendinde yaşamını sürdürdüğünü düşünmekte böyle güçlük çekiyorsak, bunun nedeni geçmişin artık var olmadığına, varolmayı bıraktığına inanmamızdır. Böylece, Varlıkı şimdiki-varlıkla karıştırırız. Oysa şimdi yoktur; o, daha çok hep kendi dışında olan saf haldeki oluştur. Şimdi yoktur ama eylemde bulunur. Onun temel öğesi, varlık değil eylemde bulunan ya da yaralı olandır. Bunun tersine, geçmişin eylemde bulunmayı ya da yararlı olmayı bıraktığı söylenmelidir. Ama geçmiş varolmayı bırakmamıştır. Geçmiş kendinde varlıkla örtüşür. Geçmişin “varolmuş olduğunu” söylemeyeceğiz, çünkü o, varlığın kendinde halidir.(varlığın kendini tükettiği ve kendi dışına yerleştiği biçim olan şimdinin karşısında)varlığın kendinde saklı durmasının biçimidir.”(Bergsonizm syf 86)

Öngördüğümüz tüm kategoriler arasında varolduğunu düşündüğümüz doğa farkları, kategorilerin birbirleri ile olan etkileşimini sınırlandırır. Mimarlık ve felsefe kategorileştirme üzerine iki örnek olabilir. Sanat, bilim aynı şekilde farklı iki kategorileştirmedir. Mimarlık sanat mı?, bilim mi?, felsefe ne kadar rasyonel? gibi sorular durumları doğa olarak farklılaştırmamızın sonucu oluşan kafa karışıklıklarıdır. Tüm bu kavrama ve hayatı edinme biçimlerimiz, birbirlerinden doğa olarak değil derece olarak farklıdırlar. Bu derece daha az yada daha çok olarak değil, fazlar olarak belirir. Böyle düşündüğümüzde şimdi, geçmiş, gelecek aynı anda ve burda belirir. Bu, zaman ve mekan kategorilerininde birbiri içine geçtiği andır. Tüm fazların birlikteliği ve dinamikliği, yeninin her an belirme ihtimalinin garantisidir aslında. Durumları kategoriler olarak ayırmak fazlar arasındaki dinamik ilişkilerin sabitlenmesi ve koşullanması anlamına geleceğinden, yeni ve anlık olan beliremez.